Enflasyon hızına göre farklı adlandırılmaktadır, yüzde 1 – 3 dolayında ise buna sürünen enflasyon ya da ılımlı enflasyon denir. Bu oranda bir enflasyonun varlığı ekonomiyi canlı tutmak açısından sıfır enflasyona tercih edilir. Gelişmekte olan ülkelerde ılımlı olarak kabul edilen enflasyon oranı yüzde 6’a kadar çıkabilir. Çift haneli enflasyon yani yüzde 10 ve yukarısı gelişmiş ülkeler için de gelişmekte olan ülkeler için de yüksek enflasyon göstergesidir. Dörtnala enflasyon da denilen çok yüksek enflasyonun üst sınırı bazı iktisatçılara göre yüzde 200, bazı iktisatçılara göre yüzde 500’de biter ve bu sınırdan sonra artık hiperenflasyon başlar.
Nobel ödüllü meşhur iktisatçı Milton Friedman “Enflasyon, her zaman ve her yerde parasal bir olaydır. Çünkü ortaya çıkması için para miktarının üretimden daha hızlı artması gerekir “ demişti. Birinci dünya savaşı ve sonrası oluşan mal kıtlığı hükümetlerin merkez bankalarından kısa vadeli borç alma düzeyini artırarak borcun nakde dönmesine ve para arzının genişlemesine yol açtı. Böylece kamuoyları nakitten uzaklaşarak mala yöneldiler ve fiyatlar yükselmeye başladı.
Sadece bu nedenlere bakılarak tek başına para teorisi enflasyon sürecinin neden başka ülkelerden farklı olarak hızlı arttığını tek başına açıklamada yetersiz kalır. Örneğin 1914-1918 yılları arasında Britanya Almanya’dan, Fransa da Rusya’dan epey fazla harcama yapmıştır. Bu yıllar arasında Britanya, Fransa ve ABD’nin kamu harcaması Almanya’nınkinden çok daha fazladır. Hal böyleyken hiperenflasyona sürüklenen neden Almanya olmuştur. Bunun nedeni tahvil piyasasında aramak gerekir.
Savaşan ülkelerin çoğu, küçük yatırımcılarını tahvil satın almanın bir vatanseverin görevi olduğunu söyleyerek ikna etmişti. İtilaf devletleri New York borsasında ya da sermaye zengini Britanya imparatorluğu aracılığıyla tahvil satabilirken İttifak devletleri (Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı kendi kaynaklarına dönmek zorunda kalmıştı. Berlin ve Viyana da, New York Londra ve Paris’in derinliği yoktu. Bu nedenle ittifak devletleri kısa vadeli merkez bankası kaynaklarına yöneldiler. Halka satılan devlet tahvillerinin aksine tahvillerin nakit karşılığı merkez bankasına verilmesi para arzını arttırıyordu. Bu süreçte Almanya’nın borcunun üçte bir kısa vadeliydi. Yenilginin bedeli, yenilen devletlerin savaş masraflarını ödemesi nedeniyle ağıdı. Hiper enflasyonun en önemli nedeni ağır kısa vadeli borcun devletin ödeme gücünün üstüne çıkmasıydı. Tahvilleri satın alanlar zafere yatırım yapmışlardı. Almanya Versay Antlaşmasıyla 1921 yılında sabitlenen tutarla 132 milyar altın Mark, yani ulusal gelirin 3 katı borçla karşı karşıya geldiler. Yetersiz vergilendirme ve aşırı harcamalarla birlikte henüz tazminat rakamı belirlenmemişken bile milli hasılanın yüzde onu kadar açık oluşmuştu.
Emisyon arttıkça Alman markı da değerini hızla kaybediyordu. Fakat asıl kriz, Almanya 1923 yılında borç geri ödemelerini yapamayınca yaşandı. Fransa ve Belçika, Almanya’nın tazminat taahhütlerini yerine getiremeyeceği endişesiyle ordu birliklerini göndererek Almanya’nın sanayi bölgesi Ruhr havzasını işgal etti ve ödemelerin maddi varlıklarla yapılmasını talep ettiler. Bu durum grevlere ve üretimin durmasına yol açtı. Bu durum daha fazla parasal genişlemeyi tetikledi. 1923 yılının Ekim ayında Almanya’da enflasyon ayda yüzde 29,500’e (günlük %21) kadar çıkmıştı ve fiyatlar her üç-dört günde bir ikiye katlanıyordu. O yıl Ocak ayında 250 mark olan bir somun ekmek, Kasım ayında 200 milyon marka satılıyordu. İnsanlar maaşlarını bavullarla alıyordu.
Bu döneme ilişkin bazı hikayeler hâlâ anlatılır. Mesela maaşını eve götüren bir adamın bavulu çalınmış, ama hırsız içindeki parayı boşaltıp bavulu götürmüştü. Bunun yanında bir adam bir çift kundura almak için Berlin’e gider ama Berlin’e vardığında elindeki para ancak bir kahve ve dönüş bileti almasına yetmişti. Yılın sonunda hükümet tarım arazileri ile desteklenen yeni bir para birimi piyasaya sürdü. Bu yolla fiyatlar istikrar kazandı ve daha sonra Almanya’nın alacaklıları, savaş tazminatlarını yeniden yapılandırmayı kabul ettiler.
Hiperenflasyon Almanya’nın savaş öncesi değerlerle sabitlenmiş dış borcunu silemedi. Ancak savaş boyunca ve sonrasında dağ gibi yükselmiş iç borcu kolaylıkla düşük maliyetle eritmiş oldu. Oluşan etki sadece bu iç borç sahiplerine değil, sabit nakit geliri olan herkese uygulanan ağır bir vergi gibiydi. Kendilerini bu etkiden koruyabilenler fiyatları arttırabilen, bir köşeye dolar ya da altın biriktirip ev, fabrika arsa gibi gayrimenkullere yatırım yapan, borçlarını ise değeri yiten yerel parayla ödeyenlerdi. Zayıflayan bankalar kronikleşen yüksek faiz oranları ve bu oranlara eklenen enflasyon primleri ağır sosyal ve siyasal yaralara yol açtı.
İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes, rantiyenin enflasyon yoluyla ötenazi yapmasının, deflasyon yoluyla oluşacak kitlesel işsizliğe tercih edilmesi gerektiğini, çünkü fakirleşmiş dünyada işsizliği azdırmanın rantiyeyi hayal kırıklığına uğratmaktan daha kötü sonuçlar doğuracağını anlatmıştı. Halbuki bu sözü söylediğinden dört yıl önce enflasyonun olumsuz sonuçlarına atıf yapan yine kendisiydi.:
“Hükümetler devam eden enflasyon sürecinde vatandaşların sahip oldukları varlıkların önemli bir kısmına gizlice fark etmeden el koyabilirler. Bu el koymalar bazılarını fakirleştirirken bazılarını da zenginleştirir. Varlığın yeniden dağıtımındaki gelişigüzel manzara var olan servet dağılımının güvenliğini olduğu kadar o dağılıma olan güveni sarsar. Sistem tarafından talih kuşu kondurulanlar vurguncu olurlar ve enflasyonun en az proleterya kadar fakirleştirdiği burjuvazi onlardan nefret eder. Enflasyon sürdükçe kapitalizmin temel taşlarını oluşturan borç alan ve verenler arasındaki ilişki düzensizleşip bir şey ifade etmemeye başlar..”
Birinci Dünya Savaşı sonrası hiper enflasyonun yıkıma uğrattığı ülkelerden biri Rusya olmuştur. Rusya’daki hiperenflasyon Bolşeviklerin çarlık dönemi borçlarını tanımadığını açıklamasından sonra ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında da tahvil sahipleri, Macaristan ve Yunanistan’ın para birimleri ve tahvil sahipleri bezer bir kaderi yaşayacaklardır. Tarihteki kaydedilmiş en yüksek enflasyon Temmuz 1946’da Macaristan’da görülmüştür. Fiyat artışı 4.9 kentilyonu bulmuştur. Günlük enflasyon % 207 olup fiyatlar 15 saatte ikiye katlanıyordu. Yunanistan’da ise günlük enflasyon oranı: %18 olup fiyatların ikiye katlanış hızı: 4 gün 6 saat olmuştu
Hiper enflasyon sadece dünya savaşlarını kaybeden ülkelerin başına gelse onu anlamak daha kolay olurdu. Bazen faiz ödemelerini durdurarak ya da borçlandıkları para biriminin değerini düşürerek yükümlülüklerini yerine getiremedikleri zamanda da oluşan bir durum olmuştur.
Enflasyon yükselmeye başladığı zaman hem tahvilin değeri düşmekte hem de faiz sabit olduğundan reel değeri düşmekte, bu nedenle tahvile yatırım yapanlar zarar etmeye başlarlar. 1970’li yıllarda stagflasyonun yaşandığı yıllarda tahvil piyasaları, Nevada’daki kumarhanelerden daha güvensiz görülmüştü. ABD enflasyonunun Nisan 1980’de yüzde 15’e çıktığı zaman, tahvil piyasası tarihteki en satışçı piyasa olmuştu. ABD tahvilinin reel getirisi dünya savaşları yıllarındaki kadar kötüydü (eksi %3). Bu yıllarda birçok ülkede enflasyon %50’yi aşmıştı. ABD ve Britanya’nın enflasyonu iki haneliydi.
Kötü etkilenen ülkeler arasında en ağır ve uzun vadeli hasarı alan Arjantin olmuştu. 1870 -1915 arası dünyanın en iyi ekonomilerindendi. Özellikle ekonomi performansı ikinci dünya savaşı sırasında birçok ülkenin gerisinde kaldı. 1960-80 arası o kadar kötü performans gösterdi ki 1988 yılındaki kişi başına GSYH 1959 ile aynıydı. 1945-74 arası çift haneli enflasyon, 1975-1990 arasında üç ya da dört haneli-1989’da % 5000 enflasyon gördü. 1982-2004 arasında birkaç kere yabancı borç verenler hüsrana uğramış, ülke en az iki kere borç yükümlülüklerini yerine getirmemişti. GSYH’nın %12 küçüldüğü 2001 yılı biterken İMF Ocak ve Mayıs’taki 23 milyar dolarlık kurtarma fonlarının ardından üçüncü fon isteğini reddetmesi üzerine, Arjantin 81 milyar dolarlık tahvilleri kapsayan borçları için moratoryum ilan etti. Bu tutar ödenmeyen tarihteki en büyük borç olmuştu.
Dünyadan hiperenflasyon örnekleri
Ülke | En yüksek enflasyonlu ay | Aylık en yüksek enflasyon | Günlük enflasyon | Fiyatın ikiye katlanması için gerekli zaman |
Macaristan | Temmuz 1944 | Yüzde 4,19 × 1016 | Yüzde 207 | 15 saat |
Zimbabve | Kasım 2008 | Yüzde 7,96 × 1010 | Yüzde 98 | 24,7 saat |
Yugoslavya | Ocak 1994 | Yüzde 3,13 × 108 | Yüzde 64,6 | 1,4 gün |
Almanya | Ekim 1923 | Yüzde 29 bin 500 | Yüzde 20,9 | 3,7 gün |
Yunanistan | Ekim 1944 | Yüzde 13 bin 800 | Yüzde 17,9 | 4,3 gün |
Tayvan | Mayıs 1949 | Yüzde 2 bin 178 | Yüzde 11 | 6,7 gün |
Hiperenflasyonun en önemli nedeni aşırı parasal genişlemedir. Merkez Bankası bağımsız olmayan devletlerde para politikasını da hükûmet yönetir. Hükûmetler halkın taleplerini yerine getirme becerileri azaldığı zaman kontrolsüzce parasal genişlemeye başvurabilirler. Özellikle dış dünyadan gelen sermayenin azalması durumunda yeterli gelir oluşturamamanın verdiği baskıyla parasal genişlemeye giderek enflasyonu azdırabilirler. Üllkede siyasi istikrarın olmadığı, hükûmetlerin ortalama ömürlerinin 1-2 yıl olduğu koalisyon hükümetlerinde iktidar partileri, seçimlerin tekrarlanacağı ve halkın kendilerini cezalandırıp tekrar iktidara taşımayacağı beklentisi taşımaları durumunda ekonomiyi bozacak kısa vadeli gayrı-iktisadi kararlar alabilirler. Özellikle gelişmemiş ve yeni gelişmekte olan ülkelerde özellikle de dış hegomanyanın ülkeyi ve iktidarını cezalandırmak ve kendisiyle daha iyi ilişki kurabileceğini düşündüğü muhalefetin önünü açmak için yeterli fon akışına engel olabilirler. Bu durum da ileride arz ve talep yönlü daralmalara yol açarak derin ekonomik krizlere sebep olabilir.
Hiperenflasyon dönemlerinde kredi talebi olağanüstü şekilde artar. Bunun da en temel nedeni kredi taksitlerini ödemenin yüksek enflasyon sayesinde gitgide reel olarak azalacak olmasıdır. Bunun yanı sıra hiperenflasyon durumlarında elde para tutmanın fırsat maliyeti çok pahalıdır. Bu durumda ülkedeki finansal okuryazarlık oranına bağlı olarak kişiler yerli parayı ya yüksek faizde değerlendirme ya da bir an evvel ellerinden çıkarma eğilimi gösterirler. İkinci durumun yoğun olduğu ülkelerde yüksek enflasyon düzeyine rağmen ekonomide suni geçici bir canlılık görünebilir.
Hiperenflasyon döneminde kişiler kendilerini enflasyonun etkisinden korumak için yabancı para tutmaya başlarlar. Hiperenflasyon süreci ne kadar uzarsa, yabancı para cinsinden alışverişin niteliği de o denli artar. Buna para ikamesi denmektedir. Örneğin gayrimenkul sahipleri kira bedellerini yabancı para cinsinden istemeye başlarlar ya da kişiler maaşlarını alır almaz yabancı paraya çevirirler. Para sahipleri ellerindeki parayı gayrimenkule yatırarak, gayrimenkul talebi olağanüstü artar, düşük ve normal gelirliler için ulaşılabilir olmaktan çıkar. Bu durum kaynak dağılımını bozarak ekonomiyi verimsizleştirir. Yerli paraya olan güvenin bu derece sarsıldığı ortamda kişiler ülkedeki döviz talebini inanılmaz şekilde arttırır. Bunun sonucunda piyasada gittikçe kıtlaşan dövizin değeri artar, döviz kuru yükselir. İlginçtir ki bu durum belli bir sınıra kadar ülkenin makro politikalarını belirleyenler için katlanılabilir bir maliyettir zira döviz kurunun yükselmesi öncelikle reel kuru, ardından da ihracatı yükseltip ülkenin makro dengelerinde kısa süreli bir iyileşmeye neden olur. Ama orta vadede yabancı para cinsinden borçlu olan kesimlerin, örneğin devletin ve şirketler kesiminin, borçlarını katlayarak arttıracağı için önce bütçe açıklarına, önlem alınmaması halinde ise ekonomik krizlere neden olabilir.
Düşünülenin aksine kısa vadede %500’lük enflasyonu düşürmek %50’lık enflasyonu düşürmekten daha kolaydır. Çünkü böyle durumlarda daha önce siyasi maliyet yüzünden alınamamış tedbirler daha kolay alınabilmektedir. Üstelik %500’lük bir enflasyonu %100’e indirmenin siyasi kazancı, %50’lık enflasyonu %10’ye indirmekten daha fazla olabilir. İkincil olarak, çoğu zaman hiperenflasyona neden olan aşırı parasal genişlemeyi kontrol altına almak bile enflasyonu daha makul düzeylere indirmek için yeterli olabilmektedir.
Uzun vadeli çözümler için bütçe disiplinini sağlayacak reformların yapılması gereklidir. Bunun için de kararlı bir finansal istikrar programı uygulanmalıdır. Bu program dahilinde kurumsal açıdan yapılanma, vergilendirilmeyen tabanı vergilendirmeye çalışma, vergi idaresinin iyileştirilmesi ve harcama önceliklerinin kesin olarak belirlendiği bir mali reform ön şart olmakla beraber halkın enflasyonun indirileceğine dair güvenini sağlamak en önemlisidir. Bu süreçte enflasyonu düşürmede yapılan tavizler bu güveni bozar ve ekonomi yönetiminin hamleleri etkili sonuç vermeyebilir.